Dünyayı Başkalarıyla Paylaşmasını Bilmek

Dünyayı Başkalarıyla Paylaşmasını Bilmek

Çoğulluğun ve farklılığın bastırılması, aslında kamusal alanın yok edilmesi ve bütün ötekilerin boyunduruk altına alınması sonucunu getirir. Ya da gerçek dünyanın yerine, ötekilerin var olmadığı muhayyel bir dünyanın geçirilmesine yol açar. Bu tehlikeye, politik alanın donmuş kimliklerden arındırılması, çeşitliliğin ve yenilenebilirliğin korunmasıyla ve kimlik dediğimiz şeyin kutuplaştırılmış, kalıplaştırılmış tanımlara hapsedilmesini reddederek karşı koyabiliriz. Bunu, şu anda var olan ‘çoğul kimliğimizi’ oluşturan farklı kimlik boyutlarımızı bastırarak, inkar ederek değil, tersine hem kendimiz onları tanıyarak, hem de başkaları tarafından tanınmaları için politik alanda mücadele ederek yapabiliriz; yani, bir yandan kimliğimizin reddedilen, ezilen yönüne sahip çıkarken onun içine hapsolmayarak!

Kendilik dediğimiz şey aslında bir çoğulluktur, kimlik de yapıp ettiklerimizin, söz ve eylemlerimizin ürünü… Politik arena, var olan kimliklerimiz arasında dolaşabildiğimiz, hatta daha iyisi sürekli yeni kimlik boyutları yaratabildiğimiz bir uzamdır. Bu yeni kimliklerin ‘yeniliği’, eyleyen kadın ve erkeklerin kendilerini ortaya koydukları ve geleceğe bıraktıkları yeni öykülerin başlamasını sağlar. Böylece var olduğumuz kamusal alanlarda sürekli yeni ilişki ağlarının içine girer ve yeni gerçeklikler yaratırız. Dünyayı değiştirmek istiyorsak, başkalarıyla birlikte eylemekten başka çaremiz yoktur!

Bunun temel nedeni, her birimizin farklı oluşudur. Hepimiz aynı olsaydık iletişime de, eyleme de ihtiyaç olmazdı. Herkes başkalarının ihtiyaçlarını, isteklerini, umutlarını ve düşlerini sezgisel olarak bilirdi çünkü zaten bunların tümü kendisininkilerle aynı olurdu. Politik yaşamda iletişimin ve birlikte hareketin gerekli olması, aynılık iddiasının ve dolayısıyla da içkin bir aynılığa dayandırılan grup kimliğinin ya da dayanışmasının anti-politik olduğunu ortaya koyar. Ama tabii, hepimiz kökten farklı olsaydık da gene ne iletişim ne de ortak hareket olurdu. Bunlar, bireyler arasındaki belirli bir aynılığı öngörür, Arendt’in deyişiyle herkesin insan olmasını…

Aynılık ve farklılığımızın kabulü; hem verili kimliklerimiz ne olursa olsun tek tek bireyler olarak benzersizliğimizin ortaya konmasını hem de birbirimize ait olma, yaşamlarımıza ve ortak dünyamıza birlikte ihtimam gösterme ve nihayet bilinçli olarak birlikte eyleyerek dünyayı değiştirebilmeyi öngören dayanışmanın temelidir. Dayanışma dediğimiz şey, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için onu başkalarıyla paylaşmaya hazır olmak ve bunun gerektirdiği sorumluluğu yerine getirmektedir.

Yazan : Prof. Dr. Fatmagül Berktay

 

* Bu sitede yayınlanan makalelerin sorumluluğu tamamen eser sahiplerindedir. Doğabilecek yükümlülükler Uğur Grubu Şirketleri’ni bağlamaz.